Editoryal

Yeniden eskiye sıralı

Kuvvet nereden geliyor


 
EİNSTEİN kuvvetli miydi? Cevap, tek kelime ile “EVET”. Hem de çok kuvvetli idi… Demek ki farklı KUVVET türleri var… Peki, bu kuvvetin nereden geldiğinin farkında mıyız?
 
Evet, çalışmak fiilinin önemi büyük. Lakin acaba tüm o muazzam kuvvet, çalışma fiili ile mi ilintili? Teorisini açıkladığında 20’li yaşlarının başındaydı ve o dönemde, o ilme dair acaba ne kadar kaynak, kitap vs. vardı? Gayet bariz ki sahip olduğu ilmi elde etmek için kütüphane devirmeye ihtiyacı olmamış…
 
Aynı şey diğer konularda da mesela “politika”, “sosyal yaşam” ve hatta “spor” için de geçerli… Eğitimin, çalışmak fiilinin ve elbette genetik birtakım faktörlerin önemi büyük… Ama günümüzde iyi eğitim alan ve çok da çalışan pek çok insan var. Peki, BAŞARILI olanların yüzdesi niye bu kadar az o halde?
 
İster ilim alanında olsun ister siyasette yahut spor alanında… KUVVET beklenmedik bir anda ve sanki aniden geliyor… Kuvvetlenmiş kişi bunu her ne kadar kendi becerisi hatta belki de liyakati zannetse de işin aslı bu kuvvetin dışarıdan bir yerlerden geldiği… Ve ne enteresan ki nereden geldiğini ASLA bilemiyoruz.
 
Çalışıyoruz, çalışıyoruz, çalışıyoruz… Uzun bir süre bir netice yok… Omuzlarınız düşüyor, moral bozukluğu yaşıyorsunuz ve adeta bir PLATODA gibisiniz. Plato hiçbir değişimin olmadığı aslında bunaltıcı bir ortam özetle… Sonra bir gün her şey değişiveriyor. Artık kuvvetli hissediyorsunuz ve hakikaten de kuvvetlisiniz. Tabii KAİNATIN büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda bu kuvvet ne kadar büyük olursa olsun, en fazla bir HİÇ
 
Sanki bizlerin dışındaki bir şey, oynadığı bu kuvvet oyunu ile bizleri denemekte… Bizler bu kuvvetin nereden gelmiş olduğunu düşünmeden ve buna pek de aldırmadan DAHA FAZLA kuvvet ihtirası içine düşüyoruz. Ve kuvvetin asıl sahibi o bilinmez kudret, bu ihtirasımıza ne diyor, bilemiyoruz… Belki sadece gülüp geçiyordur belki de aldırmıyordur bile…
 
Gözlemleyebildiğimiz o ki tüm toplumsal düzen, KUVVET dengelerine bağlı ve bu son derece hassas bir DENGE… Ancak bu sistemi tek bir mekanizma olarak düşünmek kanımızca hata olur… Aksine, sistem iç içe mekanizmalardan oluşuyor. Ve bu mekanizmalar zaman zaman bazı bireyler lehine AKTİVE oluyor ya da o bireyler bu mekanizma hareketlerinden istifade ederek ekstra kuvvet üretiyor ve hatta kuvvetleniyorlar.
 
Dünyanın en zengin insanlarına sorsanız, PARA da bir kuvvet türüdür, bu kuvvetin kendi ellerinde nasıl toplanmış olduğunu muhtemelen izah edemeyeceklerdir. SPORDA da durum çoğu zaman böyle…
 
Çalışmamıza devam edelim… Bu noktada bilinmesi gereken iki şey var: Birincisi; neticeler kısa vadede oluşmayabilir. İkincisi; bir FARKINDALIK hali içinde olunursa, mekanizmaların nasıl hareket ettiğini kısmen de olsa anlamak mümkün… Bir kere anlayınca da kuvvete kuvvet eklemek o kadar da zor değil…
 
Aslında KAİNAT kuvvetini elinde bulunduran bilinmez şey, kuvveti insan ile paylaşmak istiyor ve yeri gelince de adeta bir ELMA ŞEKERİ misali, şanslı kişiye uzatıveriyor. Bu elma şekerini kabul edip etmemek ise bireyin kendi bileceği iş…
 
Bu EİNSTEİN için de böyleydi, Naim SÜLEYMANOĞLU için de…
 
Herkesin ayrı ayrı bir nasibi var… Toplumun ürettiği kuvvetten herkes kendi ölçü ve becerisi çerçevesinde bir miktar ediniyor… DÜZEN böyle… O halde, MÜTEVAZI olmayı da kesinlikle ihmal etmeden çalışmaya devam. ELMA ŞEKERİ bir gün mutlaka gelecek…
 
Unutulmaması gereken ise kuvvetin aynı geldiği gibi sessizce ve hatta gayet GİZEMLİ bir biçimde, umursamazca çekip gidebileceğidir…
 
 
22 Temmuz 2024

Boks yasaklanmalımı?

 
 Gençler zaman zaman soruyorlar, “Boks çalışayım mı?” “Tavsiye eder misiniz?” diyorlar. Verdiğim cevap daima çok kesin ve net oluyor: “Boks antrenmanı çok iyi spor, çok da faydalı… Amma velakin asla ringe çıkmayın!”
 
İnsanın ruhundaki BARBARLIK duygusunu anlayamıyorum. Gezegenimizde yaşayan insanlardaki ŞİDDET eğilimi nereden geliyor, ne zaman son bulur, bunları bilemiyoruz yahut cevap, olsa olsa bilim kurgunun konusu olabilir… Ama bilebildiğimiz o ki çocuklarımızı, toplumu daima şiddet karşıtı birer birey olarak yetiştirmeli ve yönlendirmeliyiz. Sözde çok önem verdiğimiz DEMOKRASİNİN gelişmesi için de bu şiddet eğiliminden külliyen vazgeçmemiz gerekiyor.
 
Bundan 2000 küsur yıl önceki ROMA arenası kültüründe olduğu gibi birbirine acımadan, öldüresiye vuran insancıkları, sözde sporsever seyirciler olarak alkışlayıp teşvik etmenin anlamı ne?
 
Sadece BARBARLIK… Vahşet…
 
Sonra da kadınlara, çocuklara, hayvanlara veya tıp çalışanlarına yönelik şiddetin karşısındayız, değil mi?
 
Yersen(!)
 
Boks sporu, hiç şüphe yok ki şiddeti meşrulaştıran bir kurallar bütünü… SAF insanlardır boksörler… Bitirici son yumruğu vurmadan bir an önce, rakibinin yaşam bağlarından nasıl koptuğunu gören, görebilen insan ki gerçek insan odur, o yumruğu vuramaz yani ringde boks yapamaz.
 
Boks ve türevleri yerine, “temelde vuruşsuz bir spor olan KARATE” ya da “yarı vuruşlu TAEKWONDO” gibi sporları öne çıkarmamız, desteklememiz gerekiyor. Boks ve türevleri ise sadece askeriyede yahut Emniyet teşkilatlarında çalışılmalı… Şiddete karşıyız derken, zamanın gerçeklerinden de uzaklaşmamak gerekir. Ne yazık ki bazen gerekli…
 
AMATÖR BOKS kesinlikle yasaklanmalı ve olimpiyat programından da bir an evvel çıkartılmalı… Mesela; askeriyede ve Emniyet teşkilatında bu spora çalışanlar, uluslararası organizasyonlara katılmaya devam edebilir, bu ayrı bir konu…
 
Profesyonel boksa gelince… Yasaklamak en azından şimdilik imkan dahilinde görünmüyor. Ama böyle bir maç esnasında vuku bulacak ölüm hadiselerinin CİNAYET olarak değerlendirmeye tabi tutulması ve rakip dahil tüm organizatörlerin yargılanması kurala bağlanamaz mı? Bizce mümkün…
 
Savaş barbarlığına, şiddete karşı olmak sadece lafla olmaz…
 
Aynı zamanda EYLEM de gerektirir… Özellikle FİKİRSEL eylem…
 
 
9 Temmuz 2024

Üç adet dergi

1980’li yılların başı… 1980 ya da 1981 herhalde… Spor salonunun kapısından içeri girdim. Her zamanki gibi küf ve ter karışımı hafif yani rahatsız edici olmayan bir koku vardı. Eski spor salonlarının kendine özgü kokusu… Tam içeri yönelirken, antrenör ağabeyin masası üzerindeki ECNEBİ spor dergileri dikkatimi çekti. Hayatımda ilk defa spor dergisi görüyordum. Türkiye’nin yokluklarla mücadele ettiği yıllardı. Bırakın spor dergisini, iyi bir spor ayakkabısı bulmak bile kolay değildi!
 
“Dergilere bakabilir miyim?” diye sordum. “Elbette,” dedi antrenör ağabey ve ilave etti: “Bunlar fazla ve satılık.” Abone olduğu bu spor dergisi birkaç ay postada gecikince, ABD’ye yazmış. Yayıncı kuruluş da postada kaybolduğu düşüncesiyle son sayıları tekrar göndermiş. Ama kısa bir süre içinde, kayboldu zannedilen dergiler de adresine ulaşmış. Böylece üç adet fazla dergi olmuş.
 
Dergilerden ikisini hemen satın aldım. Yanımda üçüncüsünü alacak param yoktu. Dergilere evde şöyle bir göz attıktan sonra, hemen üçüncüsünü de satın almaya karar verdim. Lakin o arada başka biri almış.
 
Dergilerin basım kalitesi muazzamdı. Hele içerik… Sonradan inceleyince, derginin uzman yazarlarının bilgisine de hayran olacaktım. Ayrıca bu tür şeyler niye Türkiye’de yok diye de üzüntü duyacaktım… Bunlara benzeyen bir spor dergisi yayımlamak, taaa o zamanlardan beri en büyük hayalimdir.
 
Ama yayımcılık çok zor ve pahalı bir fiildi. Ayrıca spor konulu yayınlar ülkemizde maalesef pek okunmuyor ve dolayısıyla satılmıyordu. Takriben 1995 senesine kadar da bu böyle devam etti.
 
“1995 senesinde ne oldu da durum değişti?” diyecek olursanız, cevabım “Internet’ten haberiniz yok mu!” şeklinde olacak. Internet bu tarihten itibaren hayatımıza girmeye başladı ve yaşantımızın bir parçasına dönüştü. Toplum, her alanda BİLGİ toplumuna dönüşüyordu…
 
Spor yaparken en büyük meselelerden biri, antrenmanı hatasız yapabilmektir. Aksi takdirde, sporcu sadece gelişme kaydetmekte zorlanmaz, kendini sakatlayabilir de… Doğru antrenman bilgilerine ulaşmak için de ilmî nitelikli yayınlara ihtiyaç vardır. Evvelce Türkiye’de, yazının başında da belirttiğimiz üzere, bu imkan yoktu. Bilgiye nasıl ulaşabileceğimizi de bilmiyorduk…
 
ADALE ve KUVVET adlı bu Internet sitemizde, hedefimiz, sizleri kelimenin tam manasıyla, bilgi bombardımanına tutmak. Bu bilgilerin profesyonel ve uzman bilgileri olacağından emin olabilirsiniz…
 
Bu arada… HERKÜL spor salonundaki çok değerli ağabeylere ve arkadaşlara da NOSTALJİK bir selam ve sevgiler. Antrenör Rıza Ağabey; İsfendiyar Ağabey, Özer Bey, Özgen Ağabey ve diğerleri… Hepsi de değerli dostlardı… HERKÜL ise bir efsane gibiydi… O dönemde, FENERBAHÇELİ profesyonel futbolcular bile HERKÜL’de ağırlık idmanı yaparlardı…
 
 
4 Mart 2024

Spor salonu ve akademi

Bilgi çağında yaşıyoruz ve bunu çoğunlukla INTERNET teknolojisine borçluyuz. Yine de Internet üzerinden bilgi edinirken dikkatli olmak zorundayız! Çünkü bu vasıtayla bilgi aktarmaya çalışan kişiler, nihayette, söyledikleri şeylerden maalesef HUKUKİ anlamda pek sorumlu değiller. Bu sebeple, çoğu zaman özenli davranmıyorlar hatta konuşma biçimlerine veya seçtikleri kelimelere bile dikkat etmeyebiliyorlar. Ortaya çıkan şey de haliyle “misinformation” yani HATALI BİLGİ oluyor.
 
Oysa basılı eserlerde yani kitap biçimi verilmiş bilgi aktarımlarında çoğu zaman bu sorun yok. O bilgiyi aktaran kişi, kesinlikle hukuki sorumluluğunu da taşıyor.
 
Bu sebeple, bilgi edinirken, kitaplara öncelik vermenizi salık veririz. Bu, elbette, SOSYAL MEDYA üzerinden bilgi edinemeyiz, anlamına gelmez. Fakat bunu yaparken seçici ve dikkatli olmamız gerektiği anlamına gelebilir. Bu yolla edinilmiş bilgiyi kullanırken, bilhassa AKIL süzgecinden geçirmek ve daima diğer (teorik) bilgilerle mukayese etmek gereklidir.
 
Diğer taraftan, ADALE ve KUVVET adlı web sayfamızda aktardığımız bilgilere güvenebileceğinizi, kendimize güvenerek söyleyebiliriz. Bunun bazı somut sebepleri var. Birincisi; bu sayfadaki bilgilerin çoğu, ecnebi kaynaklara dayanmakta ve bu doğrultuda kişisel yorum eşliğinde aktarılmaktadır. 700 adetten fazla ecnebi kitaptan edinilmiş bilgileri paylaşacağız… İkincisi; aktardığımız bilgileri, daha geniş, detaylı ve izahlı biçimde, yakın zamanda KİTAP şeklinde okuyucu ile buluşturmayı hedefliyoruz.
 
Üçüncüsü; ELEŞTİRİYE açığız. Yorumlarınızı bize iletebilirsiniz. Bu suretle, bilmeden eğer hatalı bilgi aktarmış isek, doğrusunu okuyucu ile paylaşabiliriz ve bunun için de eleştiri sahibine minnettar oluruz… Bu bağlamda, AKADEMİSYEN dostların da yorum ve eleştirilerine can-ı gönülden açık olduğumuzu vurgulayalım… Amacımız “bağcı dövmek değil, ÜZÜM yemek…”
 
Seneler öncesiydi… Yeni bir spor salonu açılmıştı ve o günkü diğerlerinden farklıydı, moderndi… Hatta salonda bir tıp doktoru dahi görev yapıyordu. Şampiyon sporcu antrenör arkadaşımız, hiç unutmam, bu genç tıp uzmanına şunu söylemişti: “Muayene odasında oturmak yerine, salonun antrenman yapılan bölümünde vakit geçirmelisin. Bu suretle meselenin pratik yönü hakkında da gözlem yapmış olursun. Evet, teorik bilgi sahibisin ve bunda gayet de iyi olabilirsin. Lakin bu, kimi zaman yeterli olmayabilir.”
 
Spor, özellikle günümüzde, bir uzmanlık meselesi… İlmî prensipler çerçevesinde antrenman yapmadıkça da başarı elde etmek pek olası değil… İlmî prensipleri de ancak akademi uzmanlarından edinebiliriz. Saygımız var… Ancak kimi zaman, teoride uzman olan akademinin, olayın uygulaması konusunda eksikleri olabilir. Buna mukabil, uygulamanın içinden gelenlerin teorik bilgisi eksik olabilir. Bunlar gayet doğal…
 
Bu durumun yarattığı zafiyeti gidermek, ancak “teori” ile “uygulamayı” bir araya getirmek, aynı platformda buluşturmak ile mümkün. Bir sporcunun ihtiyaç duyduğu şey, pratiğe yönelik bilgidir. Yani açıkçası, spor salonuna girdiği andan itibaren neler yapması gerektiğinin sırasıyla kendisine anlatılması gerekir. Bu noktada, gözlemleyebildiğimiz o ki “akademi” kimi zaman “pratik uygulama” ile ilintisiz ya da az ilintili olabiliyor.
 
Bu bağlamda akademisyen dostlara da samimi çağrımız şu olabilir. Bizlere pratiğe yönelik teorik bilgiler aktarın…
 
Bu Internet sitesinde sporun magazin yani lafügüzaf tarafıyla ilgili değiliz. Politika da bizi ilgilendirmiyor. Sadece ve sadece, antrenmanın nasıl yapılması gerektiğini MERCEK altına alacağız.
  
28 Şubat 2024